21 Haziran 2010 Pazartesi

Hiç bir şey eskisi gibi değil!

Kaç gündür Bach'la konuşup, dönüp dolaşıp aynı konuya geliyoruz: Hiç bir şey eskisi gibi değil!...

Bugün de İlhan Şelçuk'un ölüm haberi üzerine yorum yaparken, bir baktım neticede aynı sözler dökülüyor ağzımdan...

Çocukluğum ve gençliğim Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Atilla İlhan ve İlhan Selçuk'u yazılarından ve kitaplarından takip ederek geçti.

20'li yaşların başında, gazeteci olmaya ve hayata yeni yeni tutunmaya çalışırken, Uğur Mumcu'yu kaybettim. Hatta bu kayıp beni akabinde depresyona da soktu; çok önemli bir değerin eceli gelmeden cinayete kurban gitmesini sindiremedim bir türlü ve geleceğimi tehdit altında hissettim. Belli bir süre umudumu yitirmiş bir halde elimde olmadan karalar giyip dolaştım- O yıllarda siyah Türkiye'de pek de sofistike olarak algılanmazdı zaten.

29 yaşıma vardığımda gelecekle ilgili kaygılarımı bir kenara itmiş, işimi gücümü otutturmuş, iyi kötü de pişmiş bir insandım. Derken Ahmet Taner Kışlalı'nın cinayet haberi geldi. Bu sefer depresyona girmesem de, şu dünyada tutunduğum bir değerden daha olmuştum.

Ve yaş 35 oldu. Cumhuriyet'i artık sadece Atilla İlhan'ın yazdığı cuma günleri alıyordum. O alışkanlığın da tadı farklıydı. Alışkanlıkları ve belli rutinleri seven biri olarak, 2005'te yine bir dal koptu benden. Atilla İlhan'ın ölümüyle yüreğimdeki boşluk iyice büyüdü. Eceliyle gitmesi ise tek tesellim oldu.

Neredeyse 40 olmak üzereyim. Sadece günler kaldı yaş günüme. İşte şimdi de İlhan Selçuk'la vedalaştım. Geride bıraktığım yılları dolduran bu dört silahşörün kaybıyla, bir dönem tamamıyla kapandı. Artık hiçbirşey eskisi gibi değil.

Zaten uzun süredir ne gazetelerin tadı vardı, ne de köşe yazarlarının. Televizyon konusuna ise hiç girmeyeceğim bile. Birkaç tane ismi saymazsak, o eski dokusu, aydınlığı yok hiçbirşeyin. Haberi üreten de, tüketen de başka türlü sanki.

Gazeteciliğin en tatlı yıllarında, cesaretin, emeğin, birikimin ve gerçek üretkenliğin övgü aldığı zamanların ucundan köşesinden tatmış biri olarak, şu anki duruma bakıp da üzülmemek mümkün değil. Ancak yayıncılık zaten akıp giden hayatın bir uzantısı.

Ve ne yazık ki, hayat artık çok farklı besleniyor.

Dün gece gördüğüm bir rüya ise sanki bu gerçekliğin altını çiziyordu.

Rüyamda insan gibi görünen, mükemmel profilli ve güçlü bir tür biz gerçek insanları aniden yok etmek için saldırıyordu. Büyük modern bir binada gerçekleşiyordu bu katliam. Ben ise bir köşeye saklanıp henüz sağ kalmayı başarmıştım. Ancak binadan nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Derken biri yanıma gelip elimden tuttu, koridora çıktığımızda da bir temizlik görevlisinin terk edilmiş kirli çamaşır arabasından bana anahtarlarla dolu geçiş kartını çıkarıp verdi. Hızlı hızlı o mutantların yanından soğuk kanlılıkla geçip, kartımızı kullanarak dışarıya, caddeye çıkmayı başardık. Yine de temkinli yürüyorduk, çünkü etrafta insan gibi görünenler ya sadece göz yumulduğu için bilerek hayatta bırakılanlardı, ya da bahsettiğim türe ait gerçekte insan olmayan insanlardı.

Böyle bilim kurgu tarzı rüya pek görmem. Bu yüzden de benim için son derece etkileyici ve düşündürücü doğrusu. Üstelik, içinde de bir gerçek saklı gibi nedense; tıpkı rüyamdaki terk edilmiş kirli çamaşır arabasında olduğu gibi....







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder