13 Haziran 2010 Pazar

Masum bir annenin dünya kupası ile gerçekleşen müthiş dönüşümü- Vuvuzela

Dün akşam da her zamanki rutinle başlamıştı. 5 aylık bebeğim Mina Sofia ile geçen hareketli bir günün ardından, banyosunu yaptırmış, mamasını yedirdikten sonra saat 18.00'de babasına uyutması için teslim edip, mutfakta akşam yemeği hazırlıklarına girişmiştim.

Fransa Açık Tenis Turnuvası'nın ardından son üç günümüz de full time Güney Afrika'daki Fifa Dünya Kupası ile geçmeye başlamıştı. Mina Sofia ise artık turnuvalar eşliğinde salonda uyutulmaya iyice alışmıştı.
Tabii tek farkla, dünya kupasında televizyonun sesi mümkün olduğunca kısılıyordu.

Kupa'nın ilk günü Güney Afrika- Meksika karşılaşması olduğundan bizi çok rahatsız etse de Vuvuzela'nın sesine o kadar da takılmadık. Hatta bu borazanla ilgili düşen bilgileri ilgiyle takip ettik. Ne de olsa Afrikalılar'ın milli enstrümanı gibi bir şeydi ve adamlar onunla tezahurat yapmayacaklardı da neyle yapacaklardı. Üstüne rakip takımı paralize etmenin en etkili yolunu da bulmuşlardı besbelli.

Akşam; sabah Mina ile 6'da kalkıp güne başladığımdan yorgun düşüp Fransa - Uruguay maçının yarısında müsade istedim. Yattığım odaya kadar giren arı vızıltılarını andırnan Vuvuzela'ların sesi henüz hücrelerime işlemediğinden olsa gerek mışıl mışıl uyudum.

Sabah da yine her zamanki rutinle başladı. 6'da Mina ile kalkıp, mamasını yedirdikten sonra, 1.5 saat süren deniz kenarında yürüyüş, markete uğrayıp yüklü bir alışverişle dönmek, Mina'ya mamasını yedirirken de, babasına rüyasında neler gördüğünü sormak. Bu benim her sabahki klişe sorumdur.

Her neyse konuyu dağıtmayalım. Bir önceki sabah eşim Bahadır, nam-ı- diğer Bach kabus görmüştü ve bu yüzden sinirleri harap olmuştu. Bu sefer de başka bir kabus gördüğünden gergindi ve Mina'nın yanında anlatmak istemedi. Ben de üstelemedim zaten. Henüz bu durumu Vuvuzela cinnetine bağlamayacak kadar temizdim, aletin etkilerinden nasibimi almamıştım.

Gününün koşuşturmaları sona erip, akşam yemeğimizi balkonda keyifle aldıktan sonra, İngiltere- Amerika maçını eşime eşlik ederek geçirmekte kararlıydım. Uykumu almıştım, neşe içinde futbol sevgisini paylaşabilirdik.

Ve maç başladı, tabii Vuvuzela da. İlk başta çok zor geldi, sonra bir ara alışır gibi oldum. Ama maçın ilk yarısı bitip sessizlik olduğunda, "oh be dünya varmış" dedik birlikte. İkinci yarıda saat ilerlediğinden midir nedir, sese takıldığımdan maça dikkatimi veremedim bir türlü. Zaten Bach'la sürekli Vuvuzela üzerine konuşup, verip veriştirip durduk. Ben artık tribünlere, kimin elinde bu aletten var ona bakar oldum. Beynimi kemiren ses hücrelerime iyice nüfuz etti ve kendimi Vuvuzela çalan her kişiye kafa atma arzusu içinde buldum. Zaman ilerledikçe hiddetim daha da arrtı. Ağzım bozuldu, bir anneye yakışmayacak laflar çıkmaya başladıl.

Derken, kendimi "Fifa'ya mail atacağım, bu böyle olmaz. World Cup, adı üstünde hepimizin Dünya Kupa'sı, olay G. Afrika'da geçiyor diye buna tahümmül etmek zorunda değiliz ki " derken buldum. Maçın sonunu zor getirip, dediğimi de yaptım. Yazının özeti şöyleydi: "Bu gürültü terörüne bir son verin. Vızıltılar yüzünden maçlara konsantre olamıyor, tadını çıkaramıyoruz. Üstüne futbolcular sahada hakemlerin uyarılarını zor duyuyor. Bu durum performanslarını bile etkiliyor olabilir. Ben şahsen kendi adıma Vuvuzela illeti yasaklanana kadar maç izlemeyeceğim."

Gece ne Bahadır ne de ben doğru düzgün uyuyabildik. İki de bir kalkıp durduk. Sinirlerimiz bozuktu, üstüne bir sivri sinek de mussalat olmuştu. Amerikan sapığına dönüşmek işten bile değildi. Sabah her ikimiz de barut gibiydik. Ara ara birbirimize sataştık, bak sinirliyim diye birbirimizi uyarıp durduk.

Gece aldığım kararımı ise uygulamaya koydum. Şu anda balkonda yazımı hazırlarken vızıltıları işitmeme rağmen, gol anları dışında ekrana bakmıyorum. Bach bana sürekli gelişmeleri haber veriyor zaten. Üstüne kameraların Vuvuzela çalanların eşgallerini sürekli gösterdiğinden de bahsediyor. Allahın izniyle o kişileri tek tek tespit edip, G. Afrika'daki adamlarımızla harekete geçeceğiz.

Artık bu iş için bütün dünya seferber oldu ve ortak hareket ediyor, eğer yasak gelmezse Vuvuzela ismi, borazandan çok "11 Haziran- 11 Temmuz Vuvuzela olayları" olarak tarihe geçecek. Nesiller bir borazanın dünyaya ettirdiklerinden bahseder olacak. Yarışmalarda soru olarak karşımıza çıkacak, büyükler çocukların ellerinde küçük masum borazanlar bile görse, müdahale edecek, ileride birer canavara dönüşmelerinden endişe ederek...

Bu arada 11 Temmuz'un doğum günüm olması ise bir tesadüf olmasa gerek. Kendimi Sarah O'Connor (Terminator) gibi biri olarak hayal etmeye başladım bile. Aradaki tek fark buradaki düşmanın zeki ve komplike makineler değil, ucuz bir boru olması.

İşte, 5 ay boyunca yavrusunu emziren, altını temizleyen, hava almaya çıkaran, onunla yatıp onunla kalkan masum bir annenin, bir anda dünya kupasıyla birlikte gerçekleşen müthiş bir dönüşümüdür bu yaşananlar.

Herkese ibret olsun!


1 yorum:

  1. Vuvu yasağı gündeme geldi.. Bakalım kalan maçları keyfimizi bozmadan izleyebilecek miyiz?

    Bach

    YanıtlaSil