Yüksek sesle konuşmalar ve çığırtkan avazlar da sabahın köründe başlar böylece. Mina Sofia, kısa bir süre sonra arabasında uykuya dalacağından, bunun ertelenmesinden endişe duyarım hep. Derken, bir o eksikmiş gibi bütün bu kargaşaya çöp arabasının sesi de eklenir.
Sabah yürüyüşünün tadı yaz boyunca kaçar. Çöp kokusu denizin kokusunu bastırır. Artık denize de bakamazsınız, etrafın haline takılmaktan. Kah bankın üzerine bırakılmış bir karpuz kabuğuna gözünüz kayar, kah etrafa gelişigüzel savrulmuş bir önceki günden kalma artıkları gagalayan kargalar dikkatinizi dağıtır. Velhasılıkelam, tek bir güzel görüntüye denk gelemezsiniz güne başlarken.
Bu gün de her zamanki gibi başladı. Sırasıyla bütün piknikçilerin yanından geçtim. Herkes sabah kahvaltısını yapıyordu, kimi çocuklar denize kendilerini çoktan atmıştı. Bir istisna dışında: 11 yaşlarında bir oğlan çocuğu, karnını doyurmaya çalışan ailesinin biraz ötesinde kenara çekilmiş ve gazetesini okuyordu. Görüntü beni şaşırttı, çünkü çok uzun zamandır gazete okuyan bir çocuğa denk gelmemiştim. Çevremdeki hiçbir çocuk artık gazete okumuyordu ne yazık ki.
Oysa ki, bizim jenerasyon okumayı gazetelerle söktü. Hatta sabırsızlandığımızı hatırlıyorum, gazete okuyacağımız günlere kavuşmak için. Bu büyüdüğümüzün bir göstergesiydi, tıpkı otobüsteki askılıklara boyumuzun eriştiği gün gibi. Annelerimize, babalarımıza onlar bir işle meşgulken biz okurduk tüm gazeteyi. Sevdiğimiz bir köşe yazısını, karikatürü ya da haberi ve hatta bazen tüm gazeteyi arşivlemeyi de onlardan öğrendik.
Komşularımızda, tanıdıklarımızda çok vardı örneğin, Cumhuriyet gazetesini, Gırgır'ı atmaya kıyamayıp da paket paket saklayan. Bazen evin bir odası sırf bu merak için gözden çıkarılırdı. Şimdi herhalde çok insana uçuk gelir günlük bir gazeteyi biriktirmek.
Dün, Soner Yalçın sayfasında İlhan Selçuk'u anlatıyordu. Bir de 2009'da yayınlanan bir köşe yazısına yer vermişti. Ben bu yazıyı çok öte zamanlardan bir yerden hatırlıyordum. Zaten üstad, 2008'deki Ergenekon soruşturmasının ardından ciddi bir kalp krizi geçirmişti ve Cumhuriyet de o tarihten itibaren eski yazılarını yayınlıyordu. Ancak, 'Dalkavuk ve Soytarı' başlıklı yazıyı yine aynı zevkle okurken, "İşte" dedim, "biz bu düsturdaki adamları okuyarak büyüdük". Ve ardından da kendi yazımın başlığı geldi: "Acaba kızım hangi köşe yazarlarını okuyarak büyüyecek?"
Üstelik köşe yazarlarımızın hayatlarını ve yaşam deneyimlerini de sular seller gibi, gayet iyi bilirdik. Hayır, kendileri köşelerinde anlattığı için değil, kitaplarından; dergilerde, gazetelerde yer alan röportajlardan... Onlar bizim için gerçek birer rehberdi, biz çekirgeler işte böyle büyüyüp serpildik. Ağaç tepelerine tırmanıp, gazoz kapaklarını ceplerimize doldurarak çocukluğumuzu dolu dolu yaşamasını da bildik, gazeteyi evde ilk kapan kişi olma yarışına da girdik.
Kızıma, ismini Mina Urgan'dan ilham alarak koydum. 'Bir Dinazor'un Anıları'nın ilk yayınlandığı günden beri bu isim aklımın bir köşesinde beklemedeydi.
Urgan, 80 yaşında kendi hayatını kaleme aldığında, hayatını hem dolu dolu yaşayan, hem de bilgi deryası ve ilham verici cesur bir yürekle tanıştırmıştı bizi. Hep, bir kızım olduğunda, onun gibi yaşamın tadını çıkarmasını bilen bir bilge olmasını hayal ettim. Eşim ise 'eksiksiz bilgelik' manasına gelen ve felsefe, sufizim, sofistike gibi pek çok kelimenin kökeni olan Sofia'yı ikinci isim olarak kızımıza yakıştırdı. Erkek kardeşi Oktay'ın deyimiyle bir masal kahramanı ismi gibi olan Mina Sofia da işte böylece doğmuş oldu.
Bu ismi, kışın eşimle birlikte sahilde yürüyüş yaparken, bizden başka kimselerin olmadığı bir günde oluşturmuştuk. İşte, şimdi bu yazı da sahilin en curcunalı olduğu bir yaz günü meydana geldi. İlginç!